Künyeleri, Ebu’l-Cenâb (bir eserde ise Ebu’l-Cinân diye okudum), ism-i âlîleri Ahmed b. Ömer el-Hayûkî, lakab-ı âlîleri Kübrâ olup, Hârezm’de dünyâya fer vermiştir. "Kübrâ" denilmesi, gençliğinde tahsîl esnâsında, münâzara ve mübâhaseyi çok sevip, kiminle mübâhaseye girişse dâimâ galebe çalarlardı. Bundan kinâye olarak, “et-Têmmetü’l-Kübrâ”, yahut “Tâmatü’l-Kübrâ” dediler. "Tâme" -Tâme, lugatta "gâlib" ma’nâsınadır.-veya "têmme" lafızları kesret-i isti’mâl hasebiyle terk olunarak, yalnız Kübrâ lakabıyla şöhret buldular. Kendilerinden gelen tarîkat koluna Kübreviyye derler. Burada gayr-i münteşirdir. İran ve Türkistân’da bir zamânlar intişâr etmiş ve bundan pek çok eâzım yetişmiştir.
Diyâr-ı Rûm’a da intikâl eden bu tarîkattan yetişen eâzım hazarâtının tarîkaten ictihâdlarına mebnî, Tarîkat-ı Aliyye-i Kübreviyye esrârı, o eâzımda mündemic kalmıştır.
Şeyhleri Ammâr-ı Yâsir hazretleridir. Fakat Mısır’da Şeyh Rûzbehân hazretlerinden tekmîl-i tarîkat eylemişlerdir. Bâb-ı Ferah-ı Tebrîzî ve İsmâîl-i Kayserî gibi ricâlu’llâh’la da sohbetleri ve onlardan ahz-ı feyzleri vâki olmuştur.
Rüşd ü fazîlet ve ma’rifet ü kerâmetle, beyne’l-enâm şöhret kazanmışlardır. Eâzım-ı şuarâ-yı acemdendir. Te’lîfât-ı mu'teberesinden, tefsîr-i şerîfi Fevâtihu’l-Cemâlî, Te’vîlât-ı Necmiyye, Tavâliu’t-Tenvîr, Usûl-i Aşere burhân-ı kemâlidir.
Hz. Mevlânâ’nın peder-i mükerremleri, Bahâeddîn Veled hazretleriyle, Necmeddîn-i Râzî, Mecdüddîn-i Bağdâdî, Sa'deddîn-i Cüveynî, Seyfeddîn-i Bâharzî, Baba Kemâl-i Hucendî, Radiyyüddîn Ali Lâlâ, Cemâleddîn-i Gîlî gibi meşâhîr cümle-i mürîdanından idi.
Müşârünileyhimden Necmeddîn-i Râzî, Necm-i Dâye nâmıyla meşhûr-ı eâzımdandır. Şeyhinin nâ-tamâm kalan Te’vilât-ı Necmiyye nâm tefsîr-i tasavvufîsini, Bahru’l-Hakâyık nâmıyla yazdığı tefsîr ile itmâm eylemiştir ki, bu tefsîr-i şerîf pek mühim ve pek nâdirdir.
Necm-i Dâye, ba'zı noktada irfânen şeyhinin kemaliyle hem-pâye olmuştur. Bağdâd’da Hz. Cüneyd türbesinde medfûndur. Hz. Mevlânâ ve Cenâb-ı Sadreddîn-i Konevî ile sohbette bulunduğu mervîdir. Hattâ her ikisine imâmetle namâz kıldıkları menkûldür. Mirsâdû’l-İbâd mine’l-Mebdei ile’l-Meâd eser-i Fârisîsi de pek mühimdir.
Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin menâkıb-ı aliyyeleri, lisân-ı Arabî vü Fârisî üzere yazılmıştır. Hulefâ-yı kirâmından Şeyh Mecdüddîn-i Bağdâdî hazretleri her nasılsa, ağzından bir büyük söz kaçırmasıyla şeyhi Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri müteessir olurlar. Mecdüddîn ise, derhâl yalın ayak istîfâ-yı kusûra gelip, hâk-pâ-yı şeyhe yüz sürmesi üzerine müşârünileyh, mülâtafetle, “Korkma! Îmânın selâmettedir. Lâkin bu yolda cân fedâ etmemeğe çâre yoktur. Biz dahi yakında ser-bürîde ve şehîd oluruz ve melik-i Hârezm bu sebebten perîşân ve ahâlîsi ise kılıçtan geçerek muzmahil ve nâ-yâb olur.” buyurmuşlardır.
Fi’l-vâki’ aradan çok zamân mürûr etmeksizin, Mecdüddîn, yirmidört yaşında olduğu halde bir iftirâya uğradığından, Sultân Muhammed-i Hârezmşâh’ın emriyle Ceyhun’a atılıp, mağrûkan şehîd olur ve melik-i merkûm, sonradan Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin nutk-ı âlîlerini ve Mecdüddîn hakkında söylenen sözün mahz-ı bühtân olduğunu anladığı gibi, huzûr-ı Hz. Pîr’e gelip, söz ve niyâza başlarsa da, pîr-i müşârünileyh,
كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
-"Bu, kitabda yazılmıştır" İsrâ sûresi, Ayet 58-âyet-i kerîmesinden başka bir cevâb vermeyip, âkibet, Cengizzuhûr eder ve memâliki Hârezm’i harâb ve Necmeddîn hazretleriyle nice insânları şehîd eder.
Hadîkatü’l-Cevâmi’de şöyle yazar ki:
"Vak’a-i Cengiz’in zuhûru ve bulundukları yerin istîlâsı mukarrer olduğu işitilince, Hz. Necmeddîn’e mahall-i necât olan tarafa hicret buyurulması arz ve beyân olunmuş ise de, “Bu kadar ümmet-i Muhammed’in vakt-i âsâyişinde berâber zevk-yâb olmuş iken, hengâme-i ızdırâblarında, ancak nefsimizi tahlîs ile nice bin ehl-i îmânı, o kâfir-i bî-dînin pây-mâl ettiğini biz arkadan mı seyr edelim. Böyle hayâtın bize lüzûmu yok, cümle ile haşr olunmak büyük ni'mettir.” buyurmuşlardır."
Nefehât’ta okumuştum:
Hz. Pîr, 618/(1221) senesinde bu vak’ada bir kâfirin elinde şehîden âzim-i dâr-ı cinân olmuştur. Şehîd oldukları vakit, kâfirin perçemini tutmuştu. Şehâdetten sonra, onu, şeyhin elinden kimse kurtaramamıştır. Âkıbet, kâfirin perçemini kestiler. Mürîdânının meşhûrlarından olup, Hz. Mevlânâ’nın peder-i ekremleri Sultân Bahâeddîn, Hz. Pîr’in sevgililerinden idi. Hz. Mevlânâ bile, zât-ı âlîlerine şu manzûme ile arz-ı hürmet eylemiştir:
بيكى دست مى خالص ايمان نوشند
ما ازآن محتشمايم كه ساغر كيراند
بيكى دست دكر يرجم كافر كيرند
نه ارزاق مفلسان كه بز لاغر كيرند
Nazmen tercümesi:ما ازآن محتشمايم كه ساغر كيراند
بيكى دست دكر يرجم كافر كيرند
نه ارزاق مفلسان كه بز لاغر كيرند
Biz ol izz ü kerem kavmindeniz kim
Demâ-dem îş idüp sâğar tutarlar
Ne şol bî-kadr müflislerdeniz kim
Füsûn idüp bize sâğar tutarlar
Bir elden nûş idüp îmân şarâbın
Bir elde perçem-i kâfir tutarlar
Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri, galebât-ı vecdde her kime nazar ederse, mertebe-i velâyete ulaşırdı. Hattâ bir gün, bir tâcir teferrûh tarîkiyle, dergâh-ı Pîr’e girmiş, müşârünileyhin hâli üzerinde idi. Tâciri görmesiyle, bir nazarıyla, fi’l-hâl mertebe-i velâyete ulaştırmıştır.
Lugât-ı Târîhiyye’de okudum :
Bir gün, ashâbıyla otururken, bir doğanın, ufak bir kuşu önüne katıp kovaladığını görmesiyle, nazarı, ufak kuşa taalluk etmesiyle doğanın elinden kurtulmuştur.
Bir gün, huzûr-ı âlîlerinde, Ashâb-ı Kehf’in bahsi oluyormuş; mürîdânından Şeyh Sa’deddîn-i Cüveynî hazretlerinin hâtırından geçti ki: Acaba, bu ümmet içinde, sohbeti kelbe te'sîr eder kimse bulunur mu? Hz. Necmeddîn, nûr-ı ferâsetle bildi. Derhâl yerinden kalkıp, tekke kapısına çıktı. Bir kelb zâhir oldu. Kuyruğunu sallayarak, Hz. Şeyh’e bakmağa başladı. Şeyh, ona bir nazar etmesiyle, kelp dûçâr-ı haşyet olarak, yüzünü yerlere sürüp oradan kayb oldu. Şeyh Sa’deddîn, bu hâli görünce hâtırasından nedâmet etti. Menkûldür ki, o köpek, nereye varsa, elli altmış köpek onun etrâfına halka olup, hiç biri bağırmaz ve bir şey yemezler ve gâyet sâkin dururlar imiş.